O kara günün üstünden tam 8 ay geçti.
Kahramanmaraş merkezli deprem felaketlerinden kısa bir süre sonra Anadolu Ajansı muhabiri olarak bölgedeki durumla ilgili haberler yapmak için Hatay’ın İskenderun ilçesinde gittim.
Harap olmuş kentleri, ıssız kalmış evleri, enkazların üstünde ölen evladından bir eşya bulabilmek için çırpınan anneleri, çadır ve konteyner kentlerde yeniden yaşama tutunmaya çalışan başı önde çaresiz insanları anlatmaya gerek var mı bilmiyorum.
Cumhurbaşkanı ve 28. Dönem Milletvekili Genel Seçimi’ne kadar tüm bunlarla ilgili bolca hikayeyi canlı olarak ülkece izledik.
Her mucizeyi gözyaşları içinde seyrettik, ülke olarak uzmanların depremlerle ilgili konuşmalarına kilitlendik.
Peki bu yazıyı neden bugün yazıyorum?
Bugün yazıyorum çünkü aklımdan çıkmıyor.
Bölgede çalıştığım günden bu yana beni ruhen en çok etkileyen cümleleri, hasta yatağındaki eşini İskenderun Devlet Hastanesi’nin enkazında kaybetmiş Münevver Ece’den işittim.
Ruhumdaki bu enkazı aylar geçmesine rağmen kaldıramamın sebebi belki de bir çocuk sahibi olmam, bilemiyorum.
Ne zaman oralarla ilgili bir düşünceye dalsam Ece’nin anlattıkları beynimin içinde çınlıyor.
Münevver teyzenin İskenderun ilçesi Sakarya Mahallesi’nde yaşadığı ev depremi hafif hasarla atlatmıştı.
Onun evinde hasar yoktu ama çevresi yıkılmış binalar ve depremzedeler için kurulmuş çadır kentlerle doluydu.
Bir gün bir binanın enkazında oyun oynayan torunlarını ve arkadaşlarını gördü Münevver teyze.
Minicik çocuklar hayali olarak, arama kurtarma ekipleri gibi enkazdan ceset çıkarmaya çalışıyorlardı.
Şahit olduğu oyun çok üzdü Münevver teyzeyi. Eşinin yasını yüreğine gömüp, o çocukları depremin ağır psikolojik etkilerinden uzaklaştırmak için acilen bir şeyler yapması gerektiğini düşündü.
İki katlı evinin çatı katını bir sınıfa dönüştürdü Münevver teyze. Yine bir depremzede olan ve yerle bir olan evinin enkazından ailece çıkmayı başaran idealist sınıf öğretmeni Sibel Yıldız’ı da bu sınıfın öğretmeni yaptı.
Olayı duyan komşular adeta sıraya girdi Münevver teyzenin kapısında.
Çocuklarını bir süreliğine de olsa felaketin karanlığından uzaklaştırmak istiyordu konu komşu.
Bir nebze de olsa ışık oldu bu derme çatma okul minik depremzelere.
Bu haberi yaparken tanımıştım Münevver teyzeyi.
Peki ya diğerleri? Enkazdan ceset çıkarma oyunu oynayan diğer çocuklar şimdi ne yapıyorlar?
Çadır ve konteyner kentlerde yaşayıp yarınlarıyla ilgili hiçbir fikri olmayan insanlar ne durumda?
Kaç kişi sıcak bir yuvaya taşındı? Ya da umutla normalleşmeyi bekleyen bu insanların arzuları ne zaman tam anlamıyla gerçekleşecek?
Ne zaman bizim gibi olacaklar?
Bilmiyorum. Gerçekten bilmiyorum, çünkü seçimlerinden bu yana hükümetin, belediyelerin ve sivil toplum kuruluşlarının çalışmalarıyla ilgili pozitif propaganda öğeleri içeren konular dışında doğru düzgün medyada göremiyoruz kendilerini.
Sadece konut ve hastane inşaatlarının yapımının devam ettiğini öğreniyoruz sevgili meslektaşlarımızdan.
İlgililerin elinden gelen gayreti gösterdiğinden asla şüphem yok.
Yine kış geliyor. Kış bizlere sadece soğuğu hatırlatıyor.
Onlara ise önceki hayatlarını, ölümü, kaybetmeyi, evlatlarını, eşlerini, kardeşlerini, komşularını ve bunun gibi yüzlercesini.
Yüzbinlerce depremzedeyi, hatırlamak, unutmamak ve unutturmamak gerekiyor.
Konuyu diri tutmak, geçmişlerini ve geleceklerini kaybeden bu insanların bir eksikleri, aksaklıkları varsa bilmek istiyorum.
Çok kıymetli haber ajanslarımız, ulusal televizyonlarımız ve gazetelerimizden insanlarımızın şuanki hallerini de deprem sonrası olduğu gibi iştahla aktarmalarını bekliyorum.
Unutulmak herkes için kötü bir şey olsa gerek.
Depremde hayatını kaybeden mesai arkadaşım Anadolu Ajansı İskenderun muhabiri Burak Milli’yi, minik yavrusunu ve eşini unutamıyorum.
Münevver teyzeyi, ağlamayı çoktan normalleştirmiş gözlerini ve torunlarıyla ilgili anlattıklarını unutamıyorum.
Kış geliyor.
Sahi o enkazdan ceset çıkarma oyunu oynayan yavrular şimdi ne yapıyor?